enverileri.blogspot.com |
Küçüktüm…
Kâğıttan uçaklara hayaller yükleyip renkli kuyruklarına mektuplar bağladığımız
yıllardı. Bir kaynak atölyesinde çırak olarak çalışıyordum. Geceli gündüzlü
devam eden, dur durak bilmeyen bir iş yerindeydim. Genel olarak ülke dışına yük
götüren uzun araçların kaynak ve tamirat işlerini yapıyor, çoğunlukla da mazot
depolarını değiştiriyorduk. Bazılarını daha fazla yakıt alsın ve sahibine daha
çok para kazandırsın diye büyütüyor, bazılarını gümrükte kontrol memurlarınca fark
edilip cezalandırılmasın diye küçültüyor, bazılarını ise sil baştan yenileyip,
eskisini hurda niyetine satın alıyorduk.
Çok zahmetli
ve bir o kadar da kirli bir işti. Ardı ardına gelen kamyonların gün boyu devam
eden işleri esnasında, her tarafımız kir, pas, yağ içinde kalıyor, sürekli bir
şekilde mazot kokuyorduk. Ne giydiğimiz tulumlar işe yarıyordu, ne verdiğimiz kirlenmeme
gayretleri, ne de küçük akıllarımızla giriştiğimiz işten kaytarma cingözlükleri...
Mazot ve yağ kokusu, her halükarda vücudumuzun en ince noktalarına kadar işliyor,
tenimizin en mahrem derinliklerine kadar siniyordu. Alışmıştık zamanla bu
duruma. Kirlilik hissimizin eşiği düşmüş, duyularımızda kötü kokuya karşı bir
aldırmazlık hali belirmişti. Parmak uçlarımızdan omuz hizamıza kadar yerleşen siyah
tabakayı boy aynasında fark edince gülen, yoğun mazota maruz kalmış kıl
köklerinin sıcak su sevmeyen sivilcelerine anlamsızca sevinen çocuklara
dönüşmüştük.
Farklı işlerde
çalışan bir avuç çocuktuk ve çekilen onca zahmetin, görülen onca eziyetin bir
anlamı vardı bizim için. Hepimizin hayalinde, birikmiş yevmiyelerle ulaşılmaya
çalıştığımız kırmızı bisikletler duruyordu ve onlara ulaşmanın çalışmaktan başka
bir alternatifi yoktu. Ya zengin bir
babaya sahip olacaktınız ya da mecburen çıraklık elbiselerine bir müddet girip
yaka paça kirlenecektiniz… Her birimiz farklı işlerde bunu denemiştik. Sokak
aralarında halka tatlılar satmış, köşe başlarında eriyen dondurmalar için
bağırmış, bir çift ayakkabının boyanması için onlarca insana yalvarmıştık.
Lakin onlardan kazanılan para ile bir bisiklet almak imkânsızdı. Aylar, yıllarca
çalışmanız lazımdı. Bir ara beraber, ortak bir bisiklet alma kararı da almıştık
ama bisikletin akşam kimde kalacağı konusunda anlaşmaya varamayınca sırayla
kaynak ve tamir atölyelerinin yolunu tutmuştuk.
Her birimiz,
yaşamı eğlenceye çevirmeye yetenekli çocuklardık. Kirliydik, yorgunduk ama yarın
için umutluyduk…
Yaptığımız işin zorlayan tarafları olduğu gibi keyif veren yanları da vardı elbet. Şu an o yılları hatırlayınca tatlı bir tebessümle bakıyor, o yıllara ait ölçüsüz sıcaklığı yüreğimde hissediyorum. Hayatı, mücadeleyi, sevgiyi, saygıyı, baskıyı ve umut etmeyi öğrendiğimi, yıllar süren bağların ve güzel dostlukların temellerini o yıllarda attığımı görebiliyorum. Elbette ki başlangıçta korku ve endişelerimiz vardı. Çeşitli sıkıntılar ve acı dolu zamanları hepimiz yaşadık. Ama insan, ön kabulleri askıya alıp kendini ait olduğu insanlarla aynı gemide görünce, birini yok etmeyi veya ondan nefret etmeyi değil, onunla birlikte var olmayı ve değeri öğreniyordu. Kendini bir yere ait hisseden insan, kendini orada güvende hissediyor ve odaklanmış bir sadakatle oraya daha çok bağlanıyordu. Tıpkı bizim sabah işe giderken keyifle salladığımız anahtarların varlığıyla duyduğumuz çocuk özgüvenlerimiz gibi…
&
Yine o
yıllarda ilginçtir ama mazot kokusuyla aramda çok güçlü bir bağ oluşmuştu.
Anlamlandıramadığım bir arzuyla mazot kokusunu çok sevmeye başlamıştım.
Arkadaşlarıma anlattığımda “Mazot sende kafa yapıyor oğlum!” demişlerdi ama
tuhaf bir şekilde bana bir başka güzel gelmeye başlamıştı mazot kokusu. Şoförler,
kamyonlarına binip ellerini kontaklarına götürdüklerinde egzozdan çıkan o ilk
dumanın kokusunu, sevilen bir anne yemeğinin pencereden sokağa taşan mis
kokusunu bekler gibi beklemeye başlamıştım. Sanki bende bir şeyleri tamamlıyor
ve eksik bıraktığım bir yerleri dolduruyor gibiydi. Mazot ve kokusu, bir çeşit
hobiye dönüşmüştü benim için. Mazotun kokusundan, renginden, kıvamından
kalitesini, saflığını, hatta bölgesini söyleyebilir hale gelmiştim. Yanımdan
geçen bir aracın kokusunu içimde hissedince sevinen, sürekli mazot kokan iş
elbiselerini mahalle maçlarına giderken bile çıkarmayan, mazot kokan bir yerden
geçince adımlarını olabildiğince yavaşlatan bir çocuğa dönüşmüştüm.
O yıllarda bu
durumu pek anlamlandıramamıştım tabi. Herkese itici ve can yakıcı gelen bir kokunun
bende yarattığı hoşluk hissinin, kurduğu güçlü bağın nereden geldiğini;
insanların hissettiğinde burunlarını kapattıkları bir keskinliğin bende nasıl sanal
derinlikler oluşturduğunu anlayamamıştım. Ta ki, yıllar sonra bir sahil akşamında
deniz suyunun içine karışan yosun kokusunu hissedene kadar. Ben deniz kokusunu
çok severdim. Her fırsatta sahile gider, saatlerce kokusunu içime çekerek yürürdüm.
Ve bir gün anladım ki, bana hoş gelen şey suyun kendisi değil, içine gizlice
karışandı. Tıpkı, mazot sevgime karışan sonsuz baba özlemim gibi…
Kendimi bildim bileli babam Irak’a yük taşımacılığına giderdi. Bir kamyonumuz vardı, mavi renkli, büyükçe kapılı. O aralar bölgedeki herkesin yaptığı gibi babam da aynı işi yapıyordu. Kamyonla, firmaların yüklerini yurtdışına götürüp, dönüşte getirdiği fazla mazotu satarak kar elde ediyordu. Bazen günlerce, bazen aylarca eve gelmediği de oluyordu, bazen geldiği akşamın sabahını beklemeden tekrar yola çıktığı, bazen onlarca akşam kamyonunda yattığı da. Sabah uyandığımızda babamı yatağında uyuyor görmek, mutlulukların en inanılmazını sunuyordu bize. Koşar adım yatağa atlıyor, kollarımızı beline dolayarak bütün çocuk gücümüzle babamıza sarılıyor, ona özlemimizi sunuyorduk. Uyarıyordu tabi her seferinde annemiz, babamı uyandırmayalım diye. Ama hayır! Uyandırmıyorduk! Uzaklardan babamız gelmişti ve biz sadece ona sarılıyorduk…
&
Babam, Irak’tan her dönüşünde mazot kokardı ve ben o gün o yosun kokusunda, gizlenmiş bir baba kokusunu görmüştüm. Ucu bucağı olmayan bir baba özlemini… Tıpkı yaşamın her alanında kendini gizleyen ve hayatımızın her adımında varlığını hissettirmeyi devam ettiren sonsuz saklı değer gibi… Ben aslında yıllardır babamı koklamıştım. Mazot kokusu, özlediğim babamdı. Eksik kaldığım, yoksun olduğum, ihtiyacını yüreğimde hissettiğimdi. Ben aslında yıllarca üzerimde babamı taşımıştım. Kokusunda onu sevmiş, özleminde onu aramıştım.
Mazot, babamın kendisiydi.
Fotoğraf : https://tr.pinterest.com/pin/588142032564220245/
0 Yorumlar