Eğer
bir şeye inanmıyorsanız ve o inanmadığınız şeyin tehditkar varlığıyla her gün yaşamak
zorunda kalıyorsanız; bu, sizin umut etme becerinizi her geçen gün biraz daha
köreltir. Bir şeyleri değiştirebilme algınızı yok eder, adım atma becerinizi öldürür;
teslimiyete alışık, suspus bir insana çevirir sizi. Her gün biraz daha
verirsiniz kendinizden. Sustuğunuz ve mücadele etmediğiniz her an biraz daha
zayıflatırsınız inancınızı ve koca bir düşman yaratırsınız kendi kendinize.
Sizinle yaşayan ve sizi öldüren bir düşman…
İnanmayan
halinizle giriştiğiniz her ölü mücadele zarar verir benliğinize, her darbe
kanatır bedeninizi ve düşman kim, amaç ne bilmeden ölür gidersiniz kendi dost kurşununuzla.
Çünkü önünüzde, gerçekte ne olduğunu bilmediğiniz
bir savaş, sonunun ne olduğunu bilmediğiniz bir yol ve size ait olmayan bir
mücadele duruyor. Kendi hançerinizi kendi kalbinize saplamanız ve kendi öz
acınızın farkına bile varmadan biat etmeniz gerektiğini söyleyen insanlar
doluşmuş etrafınıza. Cennet vaat eden, özgürlük sunan, seni önemsediğini
söyleyen insancıklar. Çağırıyorlar seni sürekli. Sorular soruyorlar sana. Eski hikâyeler,
doluşmuş acılar, kahramanca verilmiş mücadelelerle okşuyorlar hassasiyetini. Biliyorlar
çünkü yöntemi. Zayıf yanını, zaaflarını, hırslarını tanıyorlar. Davet ediyorlar
seni çemberlerine. Seninle daha güçlü olduklarını, sana ihtiyaçlarının
olduğunu, senin olmazsa olmaz olduğunu söylüyorlar. İnanıyorsun sen de! Değerli
hissediyorsun. Önemli hissediyorsun. Ait olduğunu düşünüyorsun. Katılıyorsun
onlara. Onlar gibi giyinip onlar gibi konuşuyor, onlar gibi düşünüp onlar gibi
yaşıyorsun zamanla. Şarkılarını söyleyip marşlarını ezberliyor, dualarını
zikredip sloganlarını atıyorsun. Tıpkı, bizim bir zamanlar yaptığımız gibi…
Susarak ölüyorsun!
Bu,
sana özgü bir durum değil elbette!
Sen
de onlar gibisin. Onlar diğerleri gibi, diğerleri bizim gibi… Birbirimize
benziyoruz hepimiz. Gerçekten bir şeye inandığımızı düşünüyor, bize yol gösteren,
amaç belirleyen, karakterimizi oluşturan bir irademizin olduğunu kabul ediyor, varlık
sebebimizi, düşünce sistemimizi, tüm hayal ve ideallerimizi bununla ve bunun çoğaltıcı
türevleriyle ifade etmeye çalışıyoruz. Kapatıyoruz gözlerimizin sağını solunu, düşünmeden,
sormadan, sorgulamadan, önümüzdekiyle, avucumuzdakiyle yetiniyoruz. İnancımızın
kuralları, inancımızın yolu, inancımızın kutsiyeti; varsa yoksa buna inanıyoruz.
Bunu doğru buluyoruz. Düşüncelerimiz varlığımıza, düşlediklerimiz geleceğimize
etki ediyor ve onlarla büyüyüp, onlarla çoğalıyoruz. Giysilerimizi onlar,
eşlerimizi onlar, öğütlerimizi onlar belirliyor. Onların dünyası, onların
hayatı, onların inancı…
Onlar
kim? Bilmiyoruz…
Büyüklerden bir esaret devralmışız,
çocuklarımıza bir zindan bırakıyoruz adeta. Kendi ismini vermediğimiz, kendi
tercihimizle girişmediğimiz, kendimizin olmayan bir oyunda, başkalarının onurlu
ve kadim haysiyetlerini okşayabilmek adına uğraş veriyoruz. Doğru bizim
doğrumuz, kavga bizim kavgamız! O kadar çok inanıyor ve o kadar çok anlam
yüklüyoruz ki bu duruma, dönüp ardımıza bir defa olsun “Acaba bir yerlerde hata
mı yapıyorum?” ya da “ Bir yerlerde eksik bir şey mi var?” diye sormuyoruz bile.
Neden mi? Çünkü etrafımıza örülmüş duvarlar, üzerimize yerleştirilmiş çemberler,
bize mutluluğun ancak buradaki kuralların itaati ile mümkün olabileceğini,
huzurun buranın devamıyla ancak sağlanabileceğini söyleyen insanlar var.
Başkalarının hayatını görmeyen, acısına ilgi duymayan, feryadına kulak kabartmayan
insancıklar… Senin gibi, onun gibi, benim gibiler…
Çok
mu tembeliz yoksa çok mu zayıf? Hangisi?
Söyleyebilir
misin? Bir şeylerin değişmesi için neden birilerinin önderliğine ihtiyaç
duyalım. Hayatımızın daha güzel olması için neden bir başkasına muhtaç olalım.
Niye dinleyelim bizim olmayan intikam türkülerini, neden mecbur olalım beraber
inanmaya, birlikte savaşmaya? Yalnız düşünerek de bulunamaz mı doğru olan?
Ararsa bulamaz mı insan mutluluğu, adaleti, iyiliği bir başına? Neden sürekli
birileri bizim onlar gibi düşünemediğimizi bize söylesin? Neden bizim
varlığımızın temsilini başkaları üstlensin? Biz buradayız, yaşıyor ve
düşünüyoruz desek olmaz mı? Yoksa bizim aklımız yetmez mi? Yoksa bizim cüssemiz
kaldırmaz mı? Yanlış olamaz mı mesela inandığımız o kutsi şey? Bir yerlerde
eksik kalmış olamaz mı? Bir yanlış milyonlarca insan tarafından benimsenemez
mi? Eskiler bazen yanılamaz mı? Babalar bazen yanlış yapamaz mı?
Ne
dersin! Kendimize biraz daha zor sorular sormanın zamanı sence de gelmedi mi?
Fotoğraf:https://www.pinterest.com/pin/112660428156478319/?nic_v1=1a08H9ZjkkGlr%2BAy4%2FGN7M1Xa3kDr6m0Ba%2FaIIhq5F4w1XMjHMfIvnG0zyJbmC8aV5
Fotoğraf:https://www.pinterest.com/pin/112660428156478319/?nic_v1=1a08H9ZjkkGlr%2BAy4%2FGN7M1Xa3kDr6m0Ba%2FaIIhq5F4w1XMjHMfIvnG0zyJbmC8aV5
0 Yorumlar