Sahiden İnanıyor muyuz?


Sahiden İnanıyor muyuz? Enver İleri

Eğer bir şeye inanmıyorsanız ve o inanmadığınız şeyin tehditkar varlığıyla her gün yaşamak zorunda kalıyorsanız; bu, sizin umut etme becerinizi her geçen gün biraz daha köreltir. Bir şeyleri değiştirebilme algınızı yok eder, adım atma becerinizi öldürür; teslimiyete alışık, suspus bir insana çevirir sizi. Her gün biraz daha verirsiniz kendinizden. Sustuğunuz ve mücadele etmediğiniz her an biraz daha zayıflatırsınız inancınızı ve koca bir düşman yaratırsınız kendi kendinize. Sizinle yaşayan ve sizi öldüren bir düşman…

İnanmayan halinizle giriştiğiniz her ölü mücadele zarar verir benliğinize, her darbe kanatır bedeninizi ve düşman kim, amaç ne bilmeden ölür gidersiniz kendi dost kurşununuzla. Çünkü önünüzde,  gerçekte ne olduğunu bilmediğiniz bir savaş, sonunun ne olduğunu bilmediğiniz bir yol ve size ait olmayan bir mücadele duruyor. Kendi hançerinizi kendi kalbinize saplamanız ve kendi öz acınızın farkına bile varmadan biat etmeniz gerektiğini söyleyen insanlar doluşmuş etrafınıza. Cennet vaat eden, özgürlük sunan, seni önemsediğini söyleyen insancıklar. Çağırıyorlar seni sürekli. Sorular soruyorlar sana. Eski hikâyeler, doluşmuş acılar, kahramanca verilmiş mücadelelerle okşuyorlar hassasiyetini. Biliyorlar çünkü yöntemi. Zayıf yanını, zaaflarını, hırslarını tanıyorlar. Davet ediyorlar seni çemberlerine. Seninle daha güçlü olduklarını, sana ihtiyaçlarının olduğunu, senin olmazsa olmaz olduğunu söylüyorlar. İnanıyorsun sen de! Değerli hissediyorsun. Önemli hissediyorsun. Ait olduğunu düşünüyorsun. Katılıyorsun onlara. Onlar gibi giyinip onlar gibi konuşuyor, onlar gibi düşünüp onlar gibi yaşıyorsun zamanla. Şarkılarını söyleyip marşlarını ezberliyor, dualarını zikredip sloganlarını atıyorsun. Tıpkı, bizim bir zamanlar yaptığımız gibi… Susarak ölüyorsun!
Bu, sana özgü bir durum değil elbette!
Sen de onlar gibisin. Onlar diğerleri gibi, diğerleri bizim gibi… Birbirimize benziyoruz hepimiz. Gerçekten bir şeye inandığımızı düşünüyor, bize yol gösteren, amaç belirleyen, karakterimizi oluşturan bir irademizin olduğunu kabul ediyor, varlık sebebimizi, düşünce sistemimizi, tüm hayal ve ideallerimizi bununla ve bunun çoğaltıcı türevleriyle ifade etmeye çalışıyoruz. Kapatıyoruz gözlerimizin sağını solunu, düşünmeden, sormadan, sorgulamadan, önümüzdekiyle, avucumuzdakiyle yetiniyoruz. İnancımızın kuralları, inancımızın yolu, inancımızın kutsiyeti; varsa yoksa buna inanıyoruz. Bunu doğru buluyoruz. Düşüncelerimiz varlığımıza, düşlediklerimiz geleceğimize etki ediyor ve onlarla büyüyüp, onlarla çoğalıyoruz. Giysilerimizi onlar, eşlerimizi onlar, öğütlerimizi onlar belirliyor. Onların dünyası, onların hayatı, onların inancı…
Onlar kim? Bilmiyoruz…
 Büyüklerden bir esaret devralmışız, çocuklarımıza bir zindan bırakıyoruz adeta. Kendi ismini vermediğimiz, kendi tercihimizle girişmediğimiz, kendimizin olmayan bir oyunda, başkalarının onurlu ve kadim haysiyetlerini okşayabilmek adına uğraş veriyoruz. Doğru bizim doğrumuz, kavga bizim kavgamız! O kadar çok inanıyor ve o kadar çok anlam yüklüyoruz ki bu duruma, dönüp ardımıza bir defa olsun “Acaba bir yerlerde hata mı yapıyorum?” ya da “ Bir yerlerde eksik bir şey mi var?” diye sormuyoruz bile. Neden mi? Çünkü etrafımıza örülmüş duvarlar, üzerimize yerleştirilmiş çemberler, bize mutluluğun ancak buradaki kuralların itaati ile mümkün olabileceğini, huzurun buranın devamıyla ancak sağlanabileceğini söyleyen insanlar var. Başkalarının hayatını görmeyen, acısına ilgi duymayan, feryadına kulak kabartmayan insancıklar… Senin gibi, onun gibi, benim gibiler…
Çok mu tembeliz yoksa çok mu zayıf? Hangisi?
Söyleyebilir misin? Bir şeylerin değişmesi için neden birilerinin önderliğine ihtiyaç duyalım. Hayatımızın daha güzel olması için neden bir başkasına muhtaç olalım. Niye dinleyelim bizim olmayan intikam türkülerini, neden mecbur olalım beraber inanmaya, birlikte savaşmaya? Yalnız düşünerek de bulunamaz mı doğru olan? Ararsa bulamaz mı insan mutluluğu, adaleti, iyiliği bir başına? Neden sürekli birileri bizim onlar gibi düşünemediğimizi bize söylesin? Neden bizim varlığımızın temsilini başkaları üstlensin? Biz buradayız, yaşıyor ve düşünüyoruz desek olmaz mı? Yoksa bizim aklımız yetmez mi? Yoksa bizim cüssemiz kaldırmaz mı? Yanlış olamaz mı mesela inandığımız o kutsi şey? Bir yerlerde eksik kalmış olamaz mı? Bir yanlış milyonlarca insan tarafından benimsenemez mi? Eskiler bazen yanılamaz mı? Babalar bazen yanlış yapamaz mı?
Ne dersin! Kendimize biraz daha zor sorular sormanın zamanı sence de gelmedi mi?

Fotoğraf:https://www.pinterest.com/pin/112660428156478319/?nic_v1=1a08H9ZjkkGlr%2BAy4%2FGN7M1Xa3kDr6m0Ba%2FaIIhq5F4w1XMjHMfIvnG0zyJbmC8aV5

Yorum Gönder

0 Yorumlar