Rastlantı...


Rastlantı, Enver İleri

Kısa gündüzlerin başladığı, soğuğun kapıdan artık ufak ufak baktığı günlerden biriydi. Yine bir şeyler yazma derdindeydim. Masamda suyum, her ihtimale karşı mumlarım ve duvara yapışık onlarca yapıştırma notum hazır bulunuyordu. Kış üzerine bir yazı yazıyordum. Kışın gelişini, insanların, hayvanların, yemeklerin, elbiselerin değişmesini yazıyordum. Hafiften fon müziği olur ve beni kışa biraz daha yaklaştırır niyetiyle internetten yağmur sesi dinliyordum. Doğadan, olduğu gibi, tüm orijinal haliyle kaydedilmiş, akışıyla, gürültüsüyle, baloncuk sesleriyle capcanlı bir şekilde yağmur sesi… Hem beni konunun manevi doğasına biraz daha yaklaştırıyor hem de yazılası kış günlerinden öteye sarkan anılarımı yeni baştan sunuyordu yağmur sesi… Babamın “Baran bereketa xwedé ye law!”sözünü hatırlıyor, yazdıklarıma verdiği bereketi düşünerek yedi iklim yedi dünya dolaşıyordum.
Kışın gelişinin doğurduğu lacivert matemi, capcanlı umutlar yüklü firuze tonlara değişmeyi anlatan yazıyı bir saatten az sürede tamamladım. Çeşitli eksiklikler, noktalama ve zaman yanlışlıklarını en aza indirmek ve nasıl olduğuna bakmak için yazıyı yeni baştan okumaya başladım. Okumamın sonlarına doğru dinlediğim yağmur sesinde ani bir değişim hissettim. Daha bir yoğun, daha yakın, biraz daha kalabalık geldi kulağıma. “Ne kadar da yakın geliyor insana… Helal olsun valla…” gibi düşünceler içindeyken biran yüzümü pencereye doğru yönelttim ve o an “rastlantı” denilen kavram ile mükemmel bir tanışma geçirdim… Yağmur yağıyordu… Ama nasıl bir canlı… Ama nasıl bir gürültülü… Ama nasıl narin…
Önceden kestirilemeyen, isteğe, kurala veya belli bir sebebe dayanmaksızın bir olayın ortaya çıkması durumu olarak tanımlanan rastlantıyı o gün bütün çıplaklığıyla yaşadım. İzahı yapılamayan, gelişigüzel karşımıza çıkan; en anlatılası, en yaşanılası durumlarda anlık bir empatiyle yanı başımızda beliren; hayatı şekillendiren, tanımlanamaz enstantanelerden oluşan bu yoğun ve kısa duygulanım halini o gün sahiplendim. Bazen bir işaret, bazen bir yol ama en çok da soru işareti olan ve aşk gibi, sevgi gibi, dostluk gibi herkesin kendince yorumladığı bu yeni kavramı en çok o gün gövdelendim…
Bir şekilde her zaman ve her yerde olan bu basit ötesi durum anlamsızlığın devrimci isyan ruhunu taşıyor bedeninde. Rahat bırakmıyor insanı. Sorgu ister bir çekicilik taşıyor esvabında. Ki bu yüzden vardır herkesin kendince onunla ilgili bir tasviri. “Her şey rastlantıdır. Özünde sevgi ve nefret vardır. Nefret ayırır, sevgi birleştirir” diyen Empedokles’in yanında “Tanrı zar atmaz” diyen Einstein olduğu gibi “Zorunluluk anlayışı, doğadan tüm tesadüfleri ayıklama çabasıdır” diyen Newton yanında “Rastlantı-tesadüf yoktur” diyen ve her şeyi ilahi irade yasaları dâhilinde neden sonuç ilişkisinde açıklayan İslam felsefesi bulunuyor. Hatta İbranicede karşılığı bile yok bu kelimenin. Fizikte gerçekleşme olasılığı ihmal edilecek kadar düşük bir durumdan oluşuyor. Tanrının göz kırpışları olarak görenler, yaşamın yapı taşları olarak kabul edenler veya kör ve etkili bir güç gibi sahiplenenler; herkesin oluyor bir şekilde, çağalınca anlam kazanan bu yol kesişimi hakkında bir fikri. Ama kimse tam olarak koyamıyor adını…

&
Kısa gündüzlerin iyice kısaldığı, soğuğun kapıdan, penceren, havalandırma boşluklarından içeri doğru aktığı gecelerden biriydi. Birkaç güzel arkadaş ile cemali gülden güzel sohbetler içindeydik.  Sıcağın iklimine kapılmış titrek harfler tüketiyorduk; aşktan, edebiyattan, siyasetten…  Nerden geldi nasıl belirdi bilmiyorum konu Yezidilerin efsanevi hikâyesi Derwéşé Evdî’ye geldi. Viranşehir ovasından Şengal dağına uzanan, aşkları, inançları, dostlukları sorgulayan, kahramanlıkların en koyusunu sunan hikâye… Önce şiirler okundu, alıntılar paylaşıldı, hikâyenin parçaları birleştirilmeye başlandı; yiğitlikler, ihanetler, sadelikler, intikam çabaları, inadına sevdalar, halklar, kimlikler, inançlar ve ölümlerin doğurduğu yaşamlar… Birer birer tanelendi tespihte yaşamlar ve geceye özlü anlamlar yükleyerek, hepimizi biraz kendisine benzeterek sonlandı hikâye.
Her birimizin cebinde nice güzellikler taşıyarak sonlandırdığı hurili gecenin sabahında işe gitmek için dışarı çıkmıştım. Her zamanki gibi ilçe otogarına kadar yürümüş ve bekleyen ilk arabaya, arabanın ön tarafına binmiştim. Nedense aklım hala dün akşamki sohbetin iklimindeydi, hala o anı düşünüyordum. Birden aklıma Derwéşé Evdî hikâyesini anlatan Delil Dilanar’ın seslendirdiği “Derwéşo” parçası gelmişti.  Uzun uzadıya, efsanevi bir edayla muhteşem yorumlanmış o muhteşem parça. “ Telefonumda olsaydı keşke, ne güzel olurdu şimdi!” düşüncesiyle doluyken her yanım, şoför radyoyu açan düğmeye elini götürdü ve o ilk ses bana yaşamın güzelliğini yeni baştan hatırlattı; Delalé mîn way delal… Delalé mîn way delal… Wez neminîm, wez neminîm lo Derwéşo…

Yorum Gönder

0 Yorumlar