Adam, hiç
sevmemesine rağmen şehirlerarası dolmuş durağına doğru yürüdü. Simsarı buldu.
Arabanın hareket saatini sordu. Üç dakika cevabını alınca bindi. İlk koltuğun
cam kenarına oturdu. Neden arabasını almadığına, neden arkadaşlarının kafasına
uyduğuna yandı. İhtiyacı olduğu halde tuvalete gitmedi. Simsar geldi, oturduğu
yerin başkasına ait olduğunu söyledi. Kalktı, tekli koltuğa geçti. On dakika
bekledi. Tekrar yerinden kaldırıldı ve çocuklu bir kadına yer vermesi için arka
dörtlüye gönderildi. İki inşaat işçisi ve yaşlı adamın yanına oturdu. Tamamı
dolmasına rağmen şoför, sandık üstüne de birkaç adam alırım umudu ile hareket
etmedi. Yolcular şikâyet etmeye, oflu puflu söylenmeye başladı. İçerisi sıcak
ve gittikçe sertleşen bir kokuyla doldu. Şoför oralı olmadı. İki kadın geldi.
Şoför, yer istercesine erkek yolcuların yüzüne baktı. Amacına ulaşamayınca ‘ileride
inecekler var’ yalanına sığındı. Kadınlar diğer arabayı bekleyeceklerini
söyledi. Şoför kafasını içeriye uzattı. Lise çağındaki gençten tekerleğin
üstündeki çıkıntıya geçmesini, oturabilmesi için minder vereceğini söyledi.
Genç itiraz etmedi. Kadınlar bindi. Kapı kapandı, yolculuk başladı.
Nefes aldı herkes,
serinledi. Yaşlı amca tespihini çıkardı. Anlaşılmayan bir fısıltıyla dualar okumaya
başladı. Çocuklu kadın pencerenin biraz kapatılmasını, çocuğunun hasta olduğunu
söyledi. İki kardeş cep telefonlarıyla oyuna daldı. Birbirlerine bir şeyler
gösterdi. Liseli genç, cebinden sakız paketi çıkardı, yanındakilere ikram etti.
On dakika geçti. Şoför frene asıldı aniden. Sağa yanaştı. Yaşlı bir adam cama
yaslandı. İlerideki kavşağa kadar götürebilir misin, diye rica etti. Şoför
kapıyı kapattı, gaza bastı, tek kelime etmedi. Kimse de konuşmadı. Radyonun
sesi yükseldi. Herkes kendi hayaline daldı. Adam, insanların kayıtsız
davranışlarına şaşırdı. Yaşlı adamın alınmamasına üzüldü. Neden bir şey söylemediğini
düşündü. Pişman oldu. Etrafına baktı. Onay bekledi. Sustu.
Birkaç dakika
sonra frene tekrar basıldı. Orta yaşlı bir adam bindi. Ayakta kaldı. Şoför,
tekerlek üstünde oturan gençten tekrar yer istedi. Sen gençsin, adam ayakta
kalmasın, dedi. Genç, yanındakilerin yüzüne baktı. Kalkmak istemedi. Kenara
yanaştı, beraber oturdular. Kardeş inşaat işçisinden küçük olanı şoföre
seslendi. Senin bu yaptığın vicdana sığmaz, dedi. Bir çocuk da olsa, o bir
yolcu ve parasını ödeyerek bindi… Arabaya binen adam, kendisine söylendiğini
zannedip kalkmak istedi. Büyük kardeş, eliyle bacağına dokundu. Senle ilgisi
yok bakışı attı. Şoför radyoyu kıstı. Dikiz aynasından baktı. Adam yolda mı
kalsın kardeşim, diye çıkıştı. Arabanın
dolu olduğu hatırlatıldı. Günah’a, yazık’a, acil iş’e bağladı. Vicdanım kabul
etmedi, dedi. Gülümsedi tespihli yaşlı. Az önceki yaşlıyı düşündü. Şoförün
vicdanı, parası olanı bekletmemek, parasız olanı görmemek, dedi… Bakındı
herkes. Cesaret kazandı. Gülümsedi.
Adam, vicdanı
düşündü. Yaşamın önümüze çıkardığı ve bakıp susup içten içe tutuşmaktan başka
bir şey yapmadığımız anları düşündü. Konuşup tartışacak kadar cesur mu
olmadığımızı, yoksa kayıtsızca yaşayacak kadar mı sorumsuz olduğumuzu
sorguladı. Tüm gözler önünde ezilen, kovulan, kayrılan insanları ve ‘çekirdekli
banane’cilerin aldırmaz tavırlarını düşündü. Eylemleri sorgulayan, yargılayan,
suçlayan ve hesap soran yanımızı ne zaman kaybettiğimizi, mide seslerini vicdan
seslerine ne zaman tercih ettiğimizi sorguladı. İnsanlar arası bir saflaştırma,
arındırma, sakinleştirme aracı olan vicdanın tedavülden kalkan bir para gibi
sıradanlaşmasına üzüldü. Toplu bir vicdanın imkânsızlığına yandı. İyice daldı.
Kişiden kişiye
değişen, hayat yükü içsel bir dengeydi vicdan. İyi ve kötünün izdüşümü, doğru
ve yanlışın muhakeme gücüydü. Bir sınır çiziciydi; sadakat, bağlılık,
bağımlılık mekanizmasıydı. Tehlike
anında bir önleme sistemi, hararet anında bir otokontrol yöntemi idi. Ne zaman
nerede durulacağını, hangi nesnenin nereye konulacağını belirleyendi. Bazen
uyku kaçıran bir sorgu şekli, bazen samimiyet belirleyen bir bencillik seviyesiydi.
Şahitti, frendi, teraziydi… Yapı, sistem, kural, unsur, tarz, yöntem ne dense
densin… Uzlaşmalı kuralları devam ettirme çabasında, sorgulu bir yaşam
pratiğiydi ve eleştirici akıl ile boyun eğici ruh arasında sıkışıyordu her
zaman.
Altısına kadar
bir şeyler öğrenen, on ikisine kadar ne işe yaradığını arayan ve ömür boyu iyi
kötü, güzel çirkin, yararlı zararlı, sevap günah ikilemlerinde öğrendiklerini
sorgulamak zorunda bırakılan insanın, saflaştıramadığı, tekleştiremediği,
özgürleştiremediği yanıydı. Önceden oluşturulmuştu, varoluşundan da önce… Anne
babasının doğrularını sahiplenmiş, kötü komşusunun yanlışlarından uzaklaşmıştı.
Toplumun sevdiği güzellere âşık olmuş, tehlikeli saydıklarından nefret etmişti.
Sevap ve günahı sorgulamamış, hayrını, şerrini çok sonradan öğrenmişti. Yapılması
gerekenler, saygı duyulanlar, kutsal değerler, kul hakları, toplum ahlakı,
komşu ayıpları, namus ürkekliği, maskeli hürmetler, hasıraltı arzular, isimsiz
kindarlıklar, eksik, fazla, bizden, sizden, ucu bucağı olmayan yaşantılar…
Kendisinin olmayan, kendisinin seçmediği ve belki de bir ömür boyu
benimseyemeyeceği kurallarla doldurulmuştu. O yüzden ait olamamıştı hiçbir zaman,
o yüzden benimseyememişti ve o yüzden hep eksikti.
&
Adam, çok
düşündü. Yaptıklarından dolayı şoföre bir şeyler söylemekle, susup ilgisiz
davranmak arasında kaldı. Yaptığı ani frenleri, hatalı girdiği sollamaları,
iğneleyici sert bakışlarını düşündü. Etrafına baktı. Cevap aradı. Şoförün ters
cevaplar verebilme ihtimalini düşündü. Yolcuların ikinci bir tartışmayı
ayıplayabileceğini düşündü. Tek başına kalıp, kötü adam pozisyonuna
düşebileceğini düşündü. Değişmekte direnen, hata kabul etmeyen insanların
hırçın yanlarını düşündü. İnsanları değiştirme girişimlerinin tekrarlanan
başarısızlıklarını düşündü. Eleştirinin düşmanlık kabul edilişine, vicdanın
hepimizi korkaklaştırışına, gurur ve bencilliğin gittikçe çoğalışına daldı. Düşündü
de düşündü. Düşündü de düşündü… Yapılabilecek en iyi şeyin şikâyet etmek
olduğuna karar verdi. Nasıl olsa arabanın arkasında kooperatif numarası vardı
ve arabadan iner inmez arayıp şikâyet edebilecekti. Öyle de yaptı. Son durağı
bekledi. Arabadan indi. Arabanın arkasına doğru yürüdü. Bir yandan telefonunu
çıkarıp, bir yandan numarayı bulmaya çalışırken bir şey fark etti. Aniden
durdu. Güldü, baktı, gülümsedi. Yaşlı adamı, iki kardeşi, liseli genci düşündü.
Tekrar baktı, tekrar gülümsedi.
Arabanın
arkasında numara falan yoktu. Şoför, izahını yazmıştı oraya. Özrünü,
karakterini, özetini eklemişti… Adam, tekrar okudu. “Hatalıysam eğer! Vicdanım
ikinci el…” Tekrar güldü… Tekrar gülümsedi…
Fotoğraf: https://www.pinterest.com/pin/218987600616447386/
0 Yorumlar