Üniversitede
bir arkadaşım vardı. Ne zaman beraber sahile çıksak, yıllarca okuyacak olup
atanamayacağından şikâyet eder, sürekli bir şekilde iş alternatifleri üzerinde
kafa yorardı. Şu iş böyle yapılırsa karlı olur, bu iş şu şekilde yapılırsa para
kazanılır, filan iş filan nedenden dolayı riskli, falan iş filan nedenden
dolayı avantajlı der dururdu. Bir defasında sahil boyunca karşılaştığımız
yalnız insan sayısını üşenmeden saymış ve elektriği keşfetmişçesine bir
sevinçle “ Vallahi buldum!” demişti. İnsanların yalnızlıklarına çare olacak,
kısa bir müddet de olsa onları farklı bir insanla konuşmanın mutluluğuna
götürecek, kendi istedikleri konuda, kendi istedikleri biçim ve sürede onlarla
muhabbet edecek bir iş gelmişti aklına; Gezinti arkadaşlığı… Küçük bir tabela
hazırlayacak, sahil yolunun girişinde oturacak ve muhabbet etmek isteyen
insanlarla, belirli bir ücret karşılığında sahil boyunca yürüyecekti. Ne onları
eleştirecek, ne düşüncelerine itiraz edecek, ne de kendini anlatacaktı. Onların
hikâyesi, onların yaşamı ve tabi onların parası…
Geçenlerde,
uzun bir aradan sonra küçük bir sürpriz yapmak için oturduğu köye, yanına
gittim. Hemen köyün girişinde yeni yapılmış, sarı boyalı evlerini ve babasının
çok uzaklardan bile görülebilen pembe gölgelikli marketini daha önce de
gördüğümden, hemen kapısında indim. Babası görür görmez tanıdı ve oturduğu
tabureden kalkarak beni karşıladı. Çok sıcak, daima gülümser, eski
kaçakçılardan kendisi… Arkadaşımı sordum, dağda çobanlık yaptığını söyledi.
İnek güdüyormuş! Çok şaşırdım. Bana hiç anlatmamıştı. Anlamlandıramadım ilkin.
Ele avuca sığmaz hayallerle yaşayan, kafasında sürekli bir şekilde kariyer
hesapları dolaşan bir insan, nasıl olurda böyle bir işe girişmişti? Hangi neden
onu buraya sabit kılmaya yetecek kadar güçlü olabilirdi merak ettim. Gelmesini
bekleyecek kadar dayanamadım ve yanıma bir genç alıp dağa doğru yürümeye
başladım. Asıl hikâyeyi de o esnada öğrendim. Meğer bizimkisi, felsefeden mezun
olup köyde yaşamaya başlayınca buralarda bir şeylerin değişmesi gerektiğine
inanmış ve almış babasını karşısına “Bak baba!” demiş, “Ha beni evlendirip elli
milyarını harcadın, ha o elli milyarı bir iş kurmam için bana verdin, aynı şey
değil mi? Eee madem aynı şey, ver o elli milyarı helalleşelim” demiş. Düşünmüş
bir ara babası, zaman istemiş, vermiş sonra. Almış bizimkisi parayı, kurmuş küçük
çiftliği, başlamış ekolojik üretime. Tarımdı, besiydi, meyve ağacıydı derken koca
bir alana yayılan, yemyeşil bir çiftliğe sahip olmuş altı yılda. Şimdi de
zevkten dağdaymış, seviyormuş inekleri…
Yanına
vardığımızda bostandan topladığı birkaç domatesle, peynir ekmek yiyordu tek
başına. Görür görmez ayaklandı ve güçlü bir sevinçle bana sarıldı. Üniversite
yıllarının, sahil yürümelerinin, paylaşılan küçük hayallerin taze
hatıralarıyla, bizi birbirimize karşı sorumlu kılan geçmişimizin canlı kanlı anılarıyla
sarıldı. Yüzüme baktı, gülümsedi… Konuşmayı seven iki insan ve özlenen bir
muhabbet olunca konuşmaya başlamamız da uzun sürmedi. Yemeğini topladı, beni
getiren arkadaşa teşekkür edip yolladı ve oturduk. Ben, öğrencilik yıllarımızdan
söze girip sahilde para kazanma anımızı anlatınca gözlerinin içi güldü. Derin
derin baktı. Muhabbete uzun zamandır aç bir insanın bütün içtenliğini kuşandı.
Yavaş yavaş, tane tane söze girdi. İnsanların
fakir ve paralarının az olmasının hayal güçlerinin de az olacağı anlamına
gelmediğini, kendisiyle yenişebilen insanın başaramayacağı hiçbir şeyin
olmadığını söyledi. Biraz da içinde bulunduğu duruma açıklık getirmek
istercesine, kendini tanımayan insanın basit bir yaşam sürdüğünü, basit ve
standarda bağlanmış bir yaşama mahkûm olan insanın, gözün az gördüğü, kulağın
az işittiği bir yerde hayallerinin de çürüdüğünü anlattı. Köyünden örnekler
verdi. İnsanların hareketsiz, amaçsız yaşantılarını eleştirdi. Bilincin, ayırt
edebilme ve farkında olma durumu olduğunu, insanın ilk olarak kendini tanıması
gerektiğini söyledi. Ona göre insan, önce kendini sorgulamalı, kendi potansiyelinin
farkına varmalı ve yapabileceği şeyin her zaman en iyisine ulaşmak için çaba
göstermeliydi. Çevresinde birçok insan, kendi küçük dünyasında sadece yemek
yiyerek, nefes alıp uyuyarak yaşıyordu.
Birçok insan günün hiçbir vaktinde saate bakma ihtiyacı bile duymuyordu.
Yerinde duran, hareket etmeyen, kendi içinde doyuma ulaşıp, kendi varlığına aç
kalan bir düzende yaşıyordu. Dışarıya kapalı, yeniliğe kapalı, değişime kapalı
halde…
Karşımda,
dinlenilmeyi uzun zamandır bekleyen, dolmuş bir adam duruyordu. Konuşmaya, tartışmaya
ve paylaşmaya aç bir insan… Karşımda her zamanki arkadaşım duruyordu;
eleştirel, sorgucu ve idealist… Devam ettik. Uzun uzadıya, detaylıca konuştuk.
Onlardan olamazdım, dedi. Hem kendini,
hem onların hayatını değiştirebilmeli ve bunu burada, onlarla yapmalıydı. Yaptığı
şey çok riskliydi ama buralarda rızk, riskten geçiyordu. Aldığı inekler
doğurmayabilir, kurduğu sera küçük bir fırtınada uçabilirdi. İşler yolunda
gitmeyebilir, büyük zararlara uğrayabilirdi. Ama kazanacakları pahasına,
kaybedeceklerini göze almalıydı. Risk hem fırsat, hem tehlikeydi onun için ama
asla bir salak cesareti değildi. Değişkenliğin olduğu yerde her zaman çok yüksekti,
her an gerçekleşebilecek bir ihtimaldi ama gerekliydi. Hepimiz elimiz
altındakini koruma ve haddinden fazla değer vererek varlık meselesi haline
getirme eğilimindeydik. O yüzden çok korkuyor ve o yüzden adım atamıyorduk. Kendimizi
tanır, gücümüze inanırsak, en iyi yolu bulacak, en güzeline ulaşacak kudret
vardı zaten hepimizde. Ama önce kendimize güvenmeyi öğrenmeliydik. Yaşamın
kararlarımızla şekillendiğini, bir adım atılmadan hata bile yapılamayacağını
deneyimlemeliydik. O zaman değişebilir, o zaman değiştirebilir, o zaman insanları
kendimize inandırabilirdik…
&
Akşama doğru köye
döndüğümüzde oğluyla gurur duyan, gözlerinin içi gülen bir baba profili bulduk
karşımızda. Oturduk biraz, meyve suyundan içtik. Ben oğlumdan, ineklerin değil
insanların risk alabildiğini öğrendim, dedi. Değişimin kendince hikâyesini
sundu kısaca Eskiden oğlunun, kendi adıyla anıldığını ama şimdi kendisinin
oğlunun adıyla tanınır duruma geldiğini anlattı övünçle. Bir babanın oğula,
oğlun babaya etki edebilme durumunu paylaştı. Bazı güzelliklerin, bazı yaşantı
ve duyguların bulaşıcı olduğunu söyledi. İnanmak gibi, cesaret gibi… Bazen
birkaç soru gerekliydi, bazen birkaç adım, bazen de birkaç cesur insan… Gerisi
herkeste vardı zaten… Gerisinin adı ‘yaşam’dı zaten… Gerisi hepimizdeydi…Fotoğraf:https://www.globalcapital.com/article/b1g14hvd3f49ff/rentenbank-eur500m-005-dec-2029
0 Yorumlar