Erteleme...

Erteleme, Enver İleri


Düşünen adam, uykusundan uyandı o sabah. Yatağını topladı, yüzünü yıkadı, kahvaltısını yaptı. Mutlu uyandığı sabahların huzur verici güzel yanlarını anımsadı. Temiz havalar soludu, güzel şarkılar dinledi, kuşuna su, tavşanına marul verdi peş peşe… Aldı çantasını, koydu içine fotoğraf makinesini, güzel günün güzel fotoğraflarını çekmeye çıktı. Bu sefer sahile gitmek istemedi. Her zamankinden farklı olmasını isteyip, yüzünü eski mahallelere, esnaf lokantalarına, çocuk parklarına falan yöneltti. Huzurluydu o sabah, uzun zamandır olmadığı kadar güzel nefesler alıyordu. Boş bir günün hesap vermez yaramazını oynayacaktı bütün gün. Gezecek, dolaşacak, koşup eğlenecekti. Bunu kimse engelleyemezdi. Buna kimse mani olmazdı. Tüm gün onundu, sadece onun…

Uzun çalışmalar, ardı ardına devam eden uğraşlarla dolu bir işi vardı. Motora bağlanmış bir tempoda sadece hafta sonlarına bırakılabilen bir boşluk zamanı ve sadece bu kısa aralarda yaşayabildiği kendisiyle yalnız kalabilme, kendi iç sesini duyabilme imkanı vardı. Huzur günüydü pazarlar. O gün hiçbir şey okumuyor, hiçbir arkadaşıyla görüşmüyor, siyaset ve futbol konuşmuyordu. Kendisine bir düş alanı yaratması gerekiyordu insanın. Fikri alınmadan eklemlendiği ve her geçen gün biraz daha yarası kabaran zincirli yanlarından uzaklaşması ve büyük resme bakmaya başlamak için gerekli bir huzur alanı yaratması gerekiyordu. Buna inanıyordu birkaç yıldır. Yapmayı seviyordu bunu son zamanlarda.
 Sıkılgan bir adam değildi aslında. Aksine hoş sohbet, hatta biraz boş boğaz bile sayılırdı. Bir simitçiyle gününü bitirebilir, sırf merak ettiğinden çiçekçi bir kadının günlük kazancını karşıdan izleyerek hesaplayabilir, uçurtması kendisininkine takıldığı için bir çocukla saatlerce parkta tartışabilirdi. Bu onun deşarj olma biçimiydi. Bu onun mutlu pazar günlerinin iç doldurma biçimiydi. Pazar onun mutluluk günüydü. Ömrünün şerbetlenme zamanı, ruhunun terbiye anıydı. O gün mücadele etmeyi, pazarlık yapmayı, kendisine zor sorular sormayı bırakırdı. Ağrıyan eklem yaralarına üzülmeyi, cinsiyeti, inancı, mantığı sorgulamayı, bir muhabbete kendi hikâyesiyle başlamayı bir kenara atardı. Hayatın getirdiklerini, tabiatın sunduklarını beklerdi. O an önüne çıkanı, karşısında duranı, varlığıyla göz bebeklerine dolanı arardı. Bulurdu da genelde. Bulduğuyla dolardı. Hikâyelerine üzülür, sevinçleriyle kahkahalar atar, varlıklarıyla bütünleşirdi... Arayışa girerdi bazen. Arar durur vaziyette hiç bilmediği, hiç duymadığı semtlerde kaybolurdu. Yol sorar, yer öğrenir, kaybolmanın tadını çıkarırdı bütün gün. Oradan hangi dolmuş geçer, denize yürüyerek gidilir mi, belediye kimin elinde muhabbetleri yapardı mahalleliyle. Sonra evine döner, yemeğini yer ve yarına uyurdu. Gitmek istemediği, yapmak istemediği, varlığını sevmediği işinin bulunduğu altı günlük yarına.
&
Düşünen adam, düşünmeye başladığında gençliğinin en ateşli dönemindeydi. Kendi akranlarının çoğunda olduğu gibi onun da hayal ettiği dünya ile içinde bulunduğu hayat arasında bir uçurum vardı. Tam kenarındaydı uçurumun.  Belirlenmiş bir sistemde büyümüş, sistemin hazır şablon eğitiminde okumuş, başarı durumu ve alan genişliği ölçüsünde bir tercihle üniversite yaşantısına yerleşmişti.  Lakin yeni hayat önüne sadece tanımadığı bir şehir ve yabancısı olduğu bir yaşantıyı değil, tercih etmek zorunda olduğu bir yol ayrımını da getirmişti. Ya umutlu her insan gibi dövüşecek ve kendi özgül hayatını, kendi düşüncesini oluşturacaktı ya da suspus olup, hali hazırda bulunan normal insan tiplemesine bürünecek ve daha önce oluşturulup, insanları her geçen gün biraz daha birbirine benzetmekten başka hiçbir değişen yanı olmayan mevcut düşünceyi benimseyecekti.  Birinde her geçen gün kendisinden eksilterek tüketecek, diğerinde ise ne pahasına olursa olsun kendi öz yaşantısı ve idealleri peşinden gidip, özgürleşecekti. Okuduğu kitaplar, dâhil olduğu kültür ve edindiği birikim bunu gerektiriyordu. Bazı hikâyeler herkesin olabilir, bazı büyük anlamlarda yığınlar toplanabilirdi ama bazı acılar sadece sahiplerinindi. Dolayısıyla bir karar vermesi gerekiyordu. Bu durumu bütün üniversite hayatı boyunca düşündü. Hala baba parası yerken ve hiçbir ekonomik özgürlük alanında elle tutulur bir deneyime sahip değilken bu temeli özgürlüklere dayanan bir yaşam inşa etmek imkânsızdı. Çünkü değişen her şey gibi düşünsel değişim de orada, maddiyatta tıkalıydı. Düşünsel değişimin pratiği oradaydı.
Uzun geceler boyunca düşündü bu durumu.  İnsanların tribünleşen yalnızlıklarını, makinelerin dişlileri arasına sıkışmış hayatlarını, mutlu olmaya çalışan insanların canhıraş çabalarını ve her geçen gün sayıları zalimlikleri oranında çoğalan mühürdar patronların acımasız dünyalarını düşündü. İki taraf da çok sıkıntılı ve çok zordu. Düşündü… Düşündü…  Uzun uğraşlar, bol sorulu zamanlar geçirdi. Ve sonunda en mantıklı kararın, ekonomik bir özgürlük kazanana kadar beklemek ve daha sonra kendi yaşantısı ve kendi düşüncesini oluşturacak hayatı inşa etmek olduğu fikrini kabul etti. Böylelikle, her düşünen insanın düştüğü şeye; erteleme tuzağına düştü. Bizi bizden uzaklaştıran, her bedeni bir düşünce mezarlığına sokan, hayatı durduran tuzağa…
Birkaç yıl geçti aradan. Sevdi düşünen adam ertelemeyi. Okumayı, öğrenmeyi, aramayı, keşfetmeyi bıraktı, değişimi erteledi. ‘Şimdi yatayım, yarın erken kalkarım!’ hesabına uydu. Eşi, dostu, sevenleri, sevgilileri sormayı bıraktı, aidiyeti erteledi.‘Bugün uygun bir zaman değil, başka zaman yaparım!’ hesabına uydu. Ölümlere isyan etmeyi, talan etmeye dur demeyi, haksızlığa karşı gelmeyi, emeğe, umuda, özgürlüğe inanmayı bıraktı, mücadeleyi erteledi. ‘Dünyanın fethi bir gün daha bekleyebilir!’ saflığına uydu. Kış bitince, yaz gelince, okuldan sonra, askerlikten önce dedi; sana, bana, ötekine, berikine; yığınlara benzeyen bir adam oldu. Bitimsiz bir bezginliğe, dönüş niyeti olmayan bir üşengeçliğe, kendi hikâyelerini uydurup kendi kahramanlarından korkan sürüye benzedi. Her akşam bitik bir vaziyette uyuyan, her sabah can sıkıcı bir güne uyanan bir adama dönüştü.
Yemek yedi, işe gitti, uyudu…
Yemek yedi, işe gitti, uyudu…
Ve kaybetti kendisini…


Yorum Gönder

0 Yorumlar