Umut...


Umut, Enver İleri

“Yıllar önce dağ köylerinin birinde yaşayan genç bir adam, uzun ve çok çetin geçen bir kış mevsiminde sürülerine giren bulaşıcı bir hastalık nedeniyle şehir merkezine ilaç almaya gitmek zorunda kalır. Saatlerce süren araçsız yolculuğun ardından, dönüş yolunda, köyüne çok uzun bir mesafede karanlığa yakalanıp kar fırtınasına tutulur ve zifiri karanlığın ortasında, uluyan kurt seslerinin içinde takatini kaybedip, hareket edemeyecek bir hale gelerek yüzükoyun yere kapaklanır. Ama şans bu ya, tam umudunu kaybedip yumuşak ölüm uykusunun huzur vaat eden rüyasına dalacağı anda, karşısında, çok uzak bir tepede cılız bir ışığın yanmaya başladığını görür. Bu ışık adeta onun için yanar ve onu kendine çeker. Genç adam, bütün gücünü ışığa odaklar ve düşe kalka da olsa ışığa doğru yürüyerek o köy evine ulaşır.  Burada kendine gelir, geceyi geçirir ve sabah evine döner. Tabi bu adam yaşadığı bu olaydan bir ders çıkarır ve hayatının geri kalan her gecesinde, köy evinin toprak damına umut için bir ışık yerleştirir. Başkasına umut olmak, başka yaşamlar kurtarmak için…”
Eğer o gün o ışık yanmasaydı ve o adam, umudun o sırt dönülmez kıvılcımlarına doğru yürümeseydi, muhtemelen ölmüş olacaktı. Şimdi sizden umudu tartışmanızı istiyorum, dedi hoca. Her yönüyle, her şekliyle düşünmenizi ve bu düşünceleri bizimle paylaşmanızı istiyorum, dedi. Grup düşündü bir süre. Birbirine baktı, sustu, hikâyeyi geçirdi gözünün önünden… Söze ilk giren yeşil gömlekli kız oldu… Umudun, insan bedeninde hiçbir zaman kaybolmadığını, bazı durumlarda kaybolmuş gibi azaldığını ama en küçük bir kıvılcımla bile insanı ayağa kaldıracak kadar canlı ve atik bir yapıya sahip olduğunu paylaştı.  Bedeni asıl besleyen ve ayakta tutan şeyin umut olduğunu, insan ruhunun ateşleyici gücünü umuttan aldığını söyledi.  Çoğumuz belirli dönemlerde karanlık saatler geçirir ve karamsar bir ruh haline bürünürüz, hayallerimiz yıkılır, moralimiz bozulur, yaşamdan zevk alamaz duruma geliriz, fakat bir yerlerden bir kuş gelir ve küçük bir fısıltıyla bize ‘ ha gayret, bir daha dene ’ der ve diriliriz, bunun adı umuttur…
Kalın gözlüklü gür sakallı adam devam etti. Umudun insan bedeninde bulunan bir çeşit devam gücü olduğunu, insanı en son terk eden şey olduğunu ve genellikle bazı eksik şeylerin ardından ortaya çıktığını paylaştı. Umudun ortaya çıkması için insanın bir şeylerden mahrum kalmış, ayrı düşmüş olması, elinde ya da yakınında bulunan bazı şeyleri kaybetmiş veya tamamen yok etmiş olması gerektiğini söyledi. Umudun, insan düşüncesine yerleşen düzeltebilme, yeniden kurabilme ihtimali olduğunu dile getirdi.
 Paylaşımlar çoğaldı grupta...  Geniş mor elbiseli kıvırcık saçlı kadın, aslında, umudu bize veren ve hepimize çeşitli biçimlerle yaşatan şeyin doğa olduğunu, doğanın muhteşem dengesinde, yenilenen ve kendini tekrarlayan bir sitemin bulunduğunu, kışın ardından gelen baharın, baharın getirdiği yazın insanlara umudu öğrettiğini, yağan yağmurun, çoğalan hasatın, sıcak ve soğuğun, gece ve gündüzün insanlara umudu resmettiğini ve bu resmin zamanla düşünceye, deneyimleyerek karaktere ve arzulayarak bir inanca dönüştüğünü paylaştı. Umudun öğrenilmiş ve beğenilmiş bir davranış olduğunu söyledi. Doğa, karakterlerimizin oluşumunda güçlü bir pay sahibiydi ve bize yarının bugünden daha güzel olacağı inancını öğretiyordu.
Takım elbise giymiş ve gruba geç kaldığı için herkesten özür dileyerek kibar bir davranışta bulunmuş kırklı yaşlardaki uzun boylu adam, diğerlerinden daha ciddi bir tavırla söze girdi ve aslında umudun, benliğin kendini koruma adına ürettiği bir savunma mekanizması olduğunu ve her türlü zor duruma karşı mücadele ederek mevcut bulunan dengesizlikleri gidermekle görevli olduğunu söyledi. Umudun, insan bedeninde sürekli bir şekilde var olduğunu, eksildikçe canımızı acıttığını, zavallı hissettirdikçe bağımlılığımızı güçlendirdiğini ve gerçek olanla özdeşleştikçe bize huzur ve rahatlık verdiğini dile getirdi. Tünelin ucunda beliren aydınlığı, fırtınalı denizin ucunda görülen beyazlığı fark eden ve ona doğru yürümeye başlayan bizdik ve bu inanç bizde her zaman vardı… Ortam tartışmaya dönmüştü artık...  Geniş mor elbiseli kıvırcık saçlı kadın, söylenenlerin kendi düşüncelerine karşıt olduğunu ima ederek, yaşamda kendi haline bırakılmaması gereken bazı şeylerin olduğunu, insanın gözlemlediği birçok şeyden karakterine yansıyacak bilgiler topladığını ve bunların zamanla bir bütün haline gelerek birer davranış biçimlendiricisine dönüştüğünü, bunun yanında umudun önceden insan bedenine asla yüklenmediğini, aksine deneyimlenmiş ve sonuç kazanılmış bir çaba biçimi olduğunu söyledi… Takım elbiseli uzun boylu adam, beklenti mekanizmasının ihtiyaç doğrultusunda harekete geçiş biçimlerini, geniş mor elbiseli kıvırcık saçlı kadın çocuk masallarının bir varmış’lı, bir yokmuş’lu umut cümlelerini savundu ve tartışma uzadı…
Henüz hiç konuşmamış ve tartışmanın gidişatından memnun olmadığı her halinden anlaşılabilen kısa saçlı dövmeli kadın ise, biraz da dudak büken bir tavırla umudun, gerçeği kabullenemeyen bazı insanların birer korunma yalanı olduğunu, umudun bir tür narkoz gibi işlediğini ve etkisi geçtikçe gerçeğe tekrar dönüldüğünü, umudu besleme süresi ile umudun kırılması sonrasındaki ızdırabın doğru orantılı olduğunu paylaşarak tartışmayı tamamen farklı bir boyuta taşıdı. Umut, aslında zayıf insanın tesellisiydi ve sonu geciktirmekten başka bir işe yaramıyordu. Ne giden trene son vagona kadar bakmak, ne de çöl fırtınasının ortasında kumdan kaleler dikmek işe yarıyordu. Umut, uyanık bir insan rüyasıydı, o kadar…
Tartışmalar iyice kızışmıştı… Umudun mavi renkte olduğu, hayalleri beslediği ve gökyüzüne benzediği söylendi, umudun işkenceyi uzattığı paylaşıldı, korktukça tutsak, umut ettikçe özgür oluşumuz vurgulandı ve hayatı boyunca sayısal loto oynayıp bir türlü kazanamayan şişman manavın hikâyesiyle nihayet tartışma bitti.

&

Yaratıcı yazarlık kursunun ikinci bölümüne hoca, elinde kâğıt ve kalemlerle geldi ve ilk oturumda konuşulan şeylerden, yapılan tartışmalardan birer metin yazılmasını istedi. Doğrusu eğitimin ilk gününe böyle bir etkinlikle başlamak ve bu denli yoğun bir ortama girmek çok hoşuma gitmişti. İnsanların bir düşünce etrafında bu denli geniş yelpazeli ve sakince tartışmaları, bir şeyler konuşurken kırmamaya ve incitmemeye karşı kibar davranışları beni çok etkilemişti. Uzun zamandır bu denli zevk aldığım bir şey olmamıştı ve bir şey beni bu denli tatmin etmemişti. Ne yazabilirdim ki, etkinlik boyunca susmuş ve insanları dinlemiştim. Onları izlemiş, bilgilerine ve bakış açılarına hayran kalmış, defalarca içimden “ daha çok oku… daha çok oku…” cümlesini geçirmiştim. Kaldı ki umut, öyle ha denilince anlatılabilen, kolay yoldan açıklanabilen bir şey değildi ki. Nerede başlasan eksik, nereden anlatsan yarım kalıyordu. Ben kısa olanı seçtim ve koca kâğıda “Arkadaşlara teşekkürler” yazarak evimin yolunu tuttum. O an anladım ki yazarlık, önce okumaktan geçiyordu, daha çok, daha çok okumaktan.  

Yorum Gönder

0 Yorumlar