Bir sahil
kentinde yaşamış olanlar bilirler, denizin masumiyet suretini rüzgârın
narinliği belirler. Gâh bir sabah karanlığında, gâh bir akşam kızıllığında,
kırmızıdan, maviden, rengârenk cümbüş renkten esvaplar kuşanmış bir cennet ve
seyre mekân, yalnızlığa derman güzellikte rüzgârın serinliği... Mavi huzuru enselerinde hissedenlerle dolu bir
mekân ve duygularının ahengini adımlarının ritminde sunan insanlar; âşıklar,
aşikârlar, yalnızlar…
Sahil kentlerinde
yaşayanlar iyi bilirler ki, herkesin beklentisi farklıdır denizden. Birbirinden
farklı kıyafette, farklı yürüyüş ve davranışlarda yüzlerce çeşit insanla
karşılaşırsınız orada. Kimi yerli olmanın verdiği rahat ve doyuma tamamlanan
adımlarla, kimi yabancı ve aceleci ürkek bakışlarla, kimi de acısına, özlemine,
dert ve tasasına ilaç niyetinde umutlarla geçer oradan. Kimi sevdiğine benzetir
denizi, kimi bir şehri düşünür onda, kimi de maviye bakar derinden, daha çok
maviye. Yapılacak daha önemli bir iş olmadığında ilk akla gelendir sahil yürüyüşleri.
Güneşin, rüzgârın, denizin ve doğanın huzurunda, herkes kendi gücünde, herkes
kendi yaşamında...
Çok severdim sahilden yürümeyi. Küçük bir
zaman bile olsa o huzuru yaşamayı, bir şeyleri derinden analiz edip, düşünmeyi
severdim. Ajandamı alır, evden çıkar,
ilk sokak başından sahile ulaşır ve yorulana kadar yürürdüm sahil boyunca.
Yaşamın zenginliği oranında farklı insanla karşılaşır, envai çeşit güzellikler
görürdüm. Ama nedense, deniz denilince benim aklıma hep ev sahibim gelirdi.
Aybaşı oldu mu gelip soran, kemerinin üstünde sarkan göbeği, yaz kış
çıkarmadığı şapkası ve bitmek bilmez kirli ve pis kokusu ile yaşayan ev
sahibim… “Ne yapıyor da bu adam, bu kadar
kirleniyor” diye defalarca düşündüğüm olmuştur. Bir keresinde geç
verdiğimiz kiranın ardından “ Allah bilir
hangi karı kızla yediniz” deyip, bıyık altından kıs kıs gülüp gitmişti. Hiç
sevmezdim o yüzden, hem ön yargılı hem de kirli, şişko bir insan, derdim. Ne
zaman sahilden yürüsem sürekli bir şekilde onu çöpleri karıştırırken görür ve
herkesin düşündüğü gibi “ O kadar parası
var, yaptığı işe bak” der dururdum. Yaptığı şeyi, mantıklı bir gerekçeye
bağlamaya ve “Neden?” sorusuna bir cevap bulmaya çalışırdım sürekli; “Niçin yapıyor? Bir şey mi arıyor? Nasıl bir hikâyesi var?” ve daha nicesi…
&
Köprüleri baştan
yakan kirli ve umut davranışların, negatif tutum ve düşüncelerin kaynağıydı ön
yargılar. Özünde kocaman bir ayrımcılık ilkesi, derinliklerine kadar işlemiş
bir etiketleme uğraşı ve başkasına benzetme arzusu vardı. Ne kaybettiğini bilmeden
oynanmış bir kumar ve bencil bir tembellikten başka bir şey olmayan sebepsiz
yargılardı. Sevmezdim ön yargılı insanları. Kendilerine bir kimlik arayışı
olarak seçtikleri bu kirli yolu beğenmez ve bu teslimiyetin oluşturduğu
kanıksanmış algılara tahammül etmezdim. Şaşırırdım. Her tohumunda farklı bir
tutkunun gizemlendiği günümüz dünyasında parça başı doğruların zayıf ve bencil
iradelerine teslim olan insanların, herhangi bir nedene bağlanamayan kategorize
etme uğraşları şaşırtırdı beni. İnsanların üzerine koruma kalkanı niyetiyle
aldıkları bu tavır, genetik mirasın armağan ettiği bu engelleyici kusur,
istemsizce yapılan, bilinçaltının güvenlik ihtiyacından ve duygu ve
düşüncelerin ‘benzerlik’ ve ‘farklılık’ şemalarının ‘bizden’ ya da ‘ bizden
değil’ aşamalarından geçip yaşamsal bir gövdede gölgelenen bir öyküden
oluşuyordu. İdrak etme ve var olanla özdeşleştirmede ilk vargı noktası olan ön yargılar,
düşünceleri inanç haline getirme, inanca çit örmede en büyük görevi üstleniyor,
insanlar arası iletişim ve birlikteliğin önünde güçlü bir engelleyici unsur
olarak beliriyordu. Hoşgörü ve horgörü arsında ince bir öznellik çizgisinde
yaşayan insanlara bilgisizlik işareti olarak görünen bu durum, kişisel zincirlerin
en kalınını, ‘kendin ol, kendin yaşa’ ile uğraşın en zor halkasını
oluşturuyordu. Kolayına geliyordu önyargılar insanların, işlerine geliyordu.
Yaşadığımız dünya
ve içinde şekillendiğimiz sosyopsikolojik kültür ağı, sonuca ulaşmada en hızlı
ve pratik yolu seçmemizi zorunlu kılıyor ve insanı, karşılaşılan nesne ya da
durumu, var olan seçeneklerden birine sığdırmaya zorluyordu. Uyarıcının şekli
ve şiddeti, benzetişim aracımızın kudret ve cemalini belirliyordu. İki
süzgeçten geçiriliyordu her şey; “Tanıdık” ve “Yabancı.” Tanıdık olan
sahiplenilip, iyi ve güzelin doğasına alınırken, Yabancı’ya, her yabancının
verebileceği zarar riski oranında kuşku ile yaklaşılıp, mesafe konuluyordu. İnsanlar doğruya kendince gidiyor ve her gelen
yenide, eskiye benzeme şartı arıyordu. İster bir tembellik diyelim, ister bir
varoluş ama önyargıların olduğu yerde doğrular tükeniyor, insanlar birbirinden gitgide
uzaklaşıyordu.
&
Ön yargıların
yaşamasına müsait olmayacak kadar güneşli ve güzel bir nisan sabahında, yine elimde
ajandam, ensemde ılık bahar nefesi, kulağımda mutlu, mesut bir kuş sesi;
sahildeydim. Bu sefer bayağı bir yürümüştüm. Bayağı bir çekmiştim bahar
kokusunu ciğerlerime. Ve tabi yine ev sahibime rastlamıştım. Yine bir çöp
kutusunun kenarında, yine vazifesi başındaydı! İçine bir şeyler doldurulup ağzı iki yerden
birbirine düğümlenmiş, her köşesinden sular damlayan bir örtüyü sırtlanıyordu.
“ Buraya kadar da mı geliyorsun be adam!”
bakışları içinde, merak edip takip ettim. Ne yapacaktı acaba? Örtüde neler
vardı? Buraya nasıl gelmişti? Ne kadar
sürede ulaşmıştı? Sorular, sorular ve sorular derken, nihayet ev sahibim,
büyükçe bir betonun üstünde durdu ve örtüyü açıp, içindekileri betonun üzerine
döktü. Örtünün içinden yüzlerce çöp kutusundan toplanmış, küçük küçük, lokma
büyüklüğünde parçacıklara ayrılmış kilolarca kuru ekmek tanesi döküldü. Ve dökülür dökülmez yüzlerce deniz kuşu, sırası
gelen masal kahramanları heyecanıyla ekmeğin başına toplandı. Ama nasıl bir
ses! Nasıl bir hareket! Nasıl bir mücadele! Şaşırıp kaldım, yerimde dondum
adeta. Meğer bütün soruların cevabı burada yatıyormuş. Meğer pis kokusundan,
eskiyip pörsümüş kıyafetinden yakındığımız ev sahibimiz, güzel mi güzel bir Lafontaine
masalının iyilik meleğiymiş.
Meğer ön yargılar,
bir yaşam gerçeğiymiş…
Fotoğraf:https://www.pinterest.co.uk/pin/274649277254326956/?nic_v1=1ailbmFtOuKSAdE7BcvjHmBJBVnHL6jofLrlvRUiXxpknAnNVQmEFB%2FruTjh%2BYLVyo
0 Yorumlar