Bekleşen Duygular...


Bekleşen Duygular, Enver İleri

Üzerine yağan yağmur damlalarının çok azından korunmasına yetecek kadar genişlikte olan köşe başındaki üç katlı mavi evin okula çıkan sol saçağı altında, uzun zamandır beklediği haberin müjdesini, komşu bahçesinden kopardığı gülün yaprakları arasına saklamış bir vaziyette sevgilisini bekleyen lisesi genç, kırmızı pabuçlu güzel köşeyi döndüğünde heyecanlıydı; bekliyordu…
Her iş başvurusunda karşılaştığı üstünlük ve başarı arayışını,  kapısının yanardöner girişinden girip, siluetini ayak tabanlarında fark edecek kadar ışıltılı, her tarafı zenginlik kokan nesnelerle donatılmış turizm şirketinin ana salonunda hisseden, herkesin jilet ütülü takım elbiseler, elmas parlaklığında düğmelerle geldiğini görüp, kendisinin kot pantolon ve spor ayakkabı ile yetiştiği iş görüşmesinin uzun ve bıkkınlık verici mülakatı sırasında bekleyen üniversiteli, telaşlıydı; bekliyordu…
Defalarca uyarılmasına ve çeşitli biçimlerde türlü cezalar almasına rağmen, arkadaşlarının küçümseyici ve çocuk kabul edici bakışlarına, büyüdüğünün ve cesur bir erkek olduğunun kanıtlanması ihtiyacına yenilip girdiği, köpeğin olmadığı arka duvardan atlayıp, sürünerek meyve ağaçlarına ulaşarak, herkese yetecek kadar kiraz çalarken komşu bahçesinde yakalanan ve kulağında kocaman bir elle kendi evlerinin açılmasını beklediği kapısı önünde, babasının yaklaşan ayak seslerini işitmeye devam eden çocuk, korkmuştu; bekliyordu…
Gezici bir grubun bereketli karşılaşmasında her gün saatlerce uğraşarak, kiminin parası kiminin duasıyla sattığı simitlerinin tamamını bitiren, oğlunun dershane taksitini, kızının yol ücretini tamamlamanın verdiği, ayda yılda bir tadabildiği bir mutlulukla, evine gidecek olan yeşil ışıklı dolmuşun gelmesini bekleyen ihtiyar amca, sevinçliydi; bekliyordu…
Bol köpüklü olması için dakikalarca uğraşarak, bir tarafına su diğer tarafına kokulu kâğıt mendil bıraktığı kahveleri, yıllarca gizli yaşamak zorunda kaldıkları ve uzun uğraşların ardından giriştikleri evlilik macerasının ilk adımı olan isteme merasiminde, kayın pederi olacak olan adama düzgün görünüp, hata yapmayarak götürmeye hazırlanan genç kız, utangaçtı; bekliyordu…
Yaşadığı iflasın intihar edici ruh halinden kurtularak, yeni bir umutla başladığı gece bekçiliği işinde, geceleri ayın gökteki duruşuna, parlak yıldızların değişken dünyasına, ara sıra yanından geçen ve çok azının tenezzül edip selam verdiği arabaların yanar söner ışıklarına bakıp, çekmeyen televizyon antenini düzeltirken gecenin bitmesini bekleyen adam, sıkılmıştı; bekliyordu…
&

İnsanların farklı farklı duyguları, aynı eylemi gerçekleştirirken hissetmesi, sahip oldukları değişken dünyanın da boyutlarını sunuyordu. Bir eylemin gerçekleşmesi anında yüzlerce uyaranla karşı karşıya kalan insanın, beklenti ve ihtiyaç listesindeki öncelik sırasına göre belirleyip gövde verdiği baskın duygu, insandan insana, mekândan mekâna değişebiliyor, farklı maske ve yaşamlarda yüzlerce insan tipi yaratabiliyordu. O an lazım olan, gidilmesi gerekilen, eksikliği hissedilen, fazlalığı telaş uyandıran, merak edilip sorgulanan ne varsa, eylemin suretini de o belirliyor, ismini o veriyordu. Cadde sonundaki kavşakta yanmaya başlayan kırmızı ışık, karşıdan karşıya geçen yaya için sevinç yaratırken, hastaneye çocuğunu yetiştirmek için acele eden babada korku yaratabiliyordu. Işık yanarken birileri geziyor, birileri uzaklaşıyor, birileri açık camlara el uzatarak dileniyor, ya da kayıtsız kalabiliyordu…
Eylemin sesini insanlar kendince veriyordu nihayetinde, kendice yaşatıyordu…
Zaman ve mekâna göre değişen, kiminin sesine kiminin gövdesine göre şekillenen duygular, farklı seçeneklerde tek bir duyguyla da yetinmeyip, çoğulcu bir ruh hali de yaratabiliyordu. Meydana gelen olay ve figür durumundaki nesnenin rengi ana duyguyu, geçmiş yaşantılarda saklı duran ve aynı nesne etrafında anlamlaşan diğer etkenler ise fonda kalıp arka planı oluşturuyor, aynı duygu farklı nesnelerde belirebildiği gibi, aynı nesne de farklı duygular yaratabiliyordu. İnsanların sevinçlerine hüzün, heyecanlarına endişe, coşkularına utanç karışabiliyor, karmakarışık düşüncelerin anlam bulmaz yoğunluğunda, zorunlu seçimlerle sınayabiliyordu. Ki, o yüzden karışıyordu kafası, o yüzden emin olamıyordu yaşadıklarından, o yüzden tarif edemiyordu bir türlü…  
Aynı inşaata saatlerce bakan gece bekçisi, sıkılmanın yanında eve ekmek götürüyor olmanın mutluluğunu da yaşıyordu. Dayak yemekten korkan çocuk, içten içe yaptığı kahramanlıkla övünüyor; simitçi amca, belki de şimdiden gelecek ayın parasını nasıl toplayacağını düşünüyordu. Kırmızı pabuçlarda aşk, mülakat sorularında hayal, yenilen elmalarda sevinç gizli; satılan simit, götürülen kahveler umut yüklü iken, insan doğası en çok görüneni seçiyor, en çok sevilene bağlanıyor ve onda yalnızlaşıyordu.
Geride kalan yaşam artığı, geride kalan fuzuli ihtiyaç, geride kalan olmasa da olur!
Peki, yeri ve zamanı geldiğinde canhıraş bir heyecanla, ardı arkası düşünülmeden yapılan tercihler de yalnızlaştırmıyor muydu insanı? Geride kalanların çoğunlukta, yalnız bırakılanların yoğunlukta olabileceği ve telafisi imkânsız yaşantılarda, gözün gördüğü, kulağın işittiğinden fazlasını sunabileceği gerçeği yok muydu her zaman hayatımızda? Bazen giyilen kravat değil miydi önemli olan; bazen köpüklü kahve, bazen yasak meyve, bazen sıcak bir merhaba değil miydi? Eksik kalamaz mıydı bazen doğanın sunduğu,  uzak olamaz mıydı? O yüzden yok muydu keşkeler, o yüzden artmıyor muydu pişmanlıklar; hep eksik hissedişimiz, hep ileriye yönelişimiz o yüzden değil miydi?

&

Unutmamak gerekiyordu! Hepimizin bekleşen duyguları vardı. Ve anlam bazen, bir babanın, çocuğu uyuduğu halde okumaya devam ettiği masalda;  kendi çocukluğundaydı…  

Fotoğraf:https://www.pinterest.com/pin/673006738049829364/?nic_v1=1a6I3W6hzX%2FwKyypToD6rdL4RPhmGRsdMaUstjWyt1j1GatjVcpWtaKlMu%2FgUbHDOL

Yorum Gönder

0 Yorumlar