Üzerine yağan
yağmur damlalarının çok azından korunmasına yetecek kadar genişlikte olan köşe
başındaki üç katlı mavi evin okula çıkan sol saçağı altında, uzun zamandır
beklediği haberin müjdesini, komşu bahçesinden kopardığı gülün yaprakları
arasına saklamış bir vaziyette sevgilisini bekleyen lisesi genç, kırmızı
pabuçlu güzel köşeyi döndüğünde heyecanlıydı; bekliyordu…
Her iş
başvurusunda karşılaştığı üstünlük ve başarı arayışını, kapısının yanardöner girişinden girip,
siluetini ayak tabanlarında fark edecek kadar ışıltılı, her tarafı zenginlik
kokan nesnelerle donatılmış turizm şirketinin ana salonunda hisseden, herkesin
jilet ütülü takım elbiseler, elmas parlaklığında düğmelerle geldiğini görüp,
kendisinin kot pantolon ve spor ayakkabı ile yetiştiği iş görüşmesinin uzun ve
bıkkınlık verici mülakatı sırasında bekleyen üniversiteli, telaşlıydı;
bekliyordu…
Defalarca
uyarılmasına ve çeşitli biçimlerde türlü cezalar almasına rağmen,
arkadaşlarının küçümseyici ve çocuk kabul edici bakışlarına, büyüdüğünün ve
cesur bir erkek olduğunun kanıtlanması ihtiyacına yenilip girdiği, köpeğin
olmadığı arka duvardan atlayıp, sürünerek meyve ağaçlarına ulaşarak, herkese
yetecek kadar kiraz çalarken komşu bahçesinde yakalanan ve kulağında kocaman
bir elle kendi evlerinin açılmasını beklediği kapısı önünde, babasının yaklaşan
ayak seslerini işitmeye devam eden çocuk, korkmuştu; bekliyordu…
Gezici bir
grubun bereketli karşılaşmasında her gün saatlerce uğraşarak, kiminin parası
kiminin duasıyla sattığı simitlerinin tamamını bitiren, oğlunun dershane taksitini,
kızının yol ücretini tamamlamanın verdiği, ayda yılda bir tadabildiği bir mutlulukla,
evine gidecek olan yeşil ışıklı dolmuşun gelmesini bekleyen ihtiyar amca,
sevinçliydi; bekliyordu…
Bol köpüklü
olması için dakikalarca uğraşarak, bir tarafına su diğer tarafına kokulu kâğıt
mendil bıraktığı kahveleri, yıllarca gizli yaşamak zorunda kaldıkları ve uzun
uğraşların ardından giriştikleri evlilik macerasının ilk adımı olan isteme
merasiminde, kayın pederi olacak olan adama düzgün görünüp, hata yapmayarak
götürmeye hazırlanan genç kız, utangaçtı; bekliyordu…
Yaşadığı
iflasın intihar edici ruh halinden kurtularak, yeni bir umutla başladığı gece
bekçiliği işinde, geceleri ayın gökteki duruşuna, parlak yıldızların değişken
dünyasına, ara sıra yanından geçen ve çok azının tenezzül edip selam verdiği
arabaların yanar söner ışıklarına bakıp, çekmeyen televizyon antenini
düzeltirken gecenin bitmesini bekleyen adam, sıkılmıştı; bekliyordu…
&
İnsanların
farklı farklı duyguları, aynı eylemi gerçekleştirirken hissetmesi, sahip
oldukları değişken dünyanın da boyutlarını sunuyordu. Bir eylemin gerçekleşmesi
anında yüzlerce uyaranla karşı karşıya kalan insanın, beklenti ve ihtiyaç
listesindeki öncelik sırasına göre belirleyip gövde verdiği baskın duygu,
insandan insana, mekândan mekâna değişebiliyor, farklı maske ve yaşamlarda
yüzlerce insan tipi yaratabiliyordu. O an lazım olan, gidilmesi gerekilen,
eksikliği hissedilen, fazlalığı telaş uyandıran, merak edilip sorgulanan ne varsa,
eylemin suretini de o belirliyor, ismini o veriyordu. Cadde sonundaki kavşakta
yanmaya başlayan kırmızı ışık, karşıdan karşıya geçen yaya için sevinç
yaratırken, hastaneye çocuğunu yetiştirmek için acele eden babada korku
yaratabiliyordu. Işık yanarken birileri geziyor, birileri uzaklaşıyor, birileri
açık camlara el uzatarak dileniyor, ya da kayıtsız kalabiliyordu…
Eylemin sesini
insanlar kendince veriyordu nihayetinde, kendice yaşatıyordu…
Zaman ve mekâna
göre değişen, kiminin sesine kiminin gövdesine göre şekillenen duygular, farklı
seçeneklerde tek bir duyguyla da yetinmeyip, çoğulcu bir ruh hali de
yaratabiliyordu. Meydana gelen olay ve figür durumundaki nesnenin rengi ana
duyguyu, geçmiş yaşantılarda saklı duran ve aynı nesne etrafında anlamlaşan diğer
etkenler ise fonda kalıp arka planı oluşturuyor, aynı duygu farklı nesnelerde
belirebildiği gibi, aynı nesne de farklı duygular yaratabiliyordu. İnsanların
sevinçlerine hüzün, heyecanlarına endişe, coşkularına utanç karışabiliyor,
karmakarışık düşüncelerin anlam bulmaz yoğunluğunda, zorunlu seçimlerle sınayabiliyordu.
Ki, o yüzden karışıyordu kafası, o yüzden emin olamıyordu yaşadıklarından, o
yüzden tarif edemiyordu bir türlü…
Aynı inşaata
saatlerce bakan gece bekçisi, sıkılmanın yanında eve ekmek götürüyor olmanın mutluluğunu
da yaşıyordu. Dayak yemekten korkan çocuk, içten içe yaptığı kahramanlıkla
övünüyor; simitçi amca, belki de şimdiden gelecek ayın parasını nasıl
toplayacağını düşünüyordu. Kırmızı pabuçlarda aşk, mülakat sorularında hayal,
yenilen elmalarda sevinç gizli; satılan simit, götürülen kahveler umut yüklü
iken, insan doğası en çok görüneni seçiyor, en çok sevilene bağlanıyor ve onda
yalnızlaşıyordu.
Geride kalan
yaşam artığı, geride kalan fuzuli ihtiyaç, geride kalan olmasa da olur!
Peki, yeri ve
zamanı geldiğinde canhıraş bir heyecanla, ardı arkası düşünülmeden yapılan tercihler
de yalnızlaştırmıyor muydu insanı? Geride kalanların çoğunlukta, yalnız
bırakılanların yoğunlukta olabileceği ve telafisi imkânsız yaşantılarda, gözün
gördüğü, kulağın işittiğinden fazlasını sunabileceği gerçeği yok muydu her
zaman hayatımızda? Bazen giyilen kravat değil miydi önemli olan; bazen köpüklü
kahve, bazen yasak meyve, bazen sıcak bir merhaba değil miydi? Eksik kalamaz
mıydı bazen doğanın sunduğu, uzak olamaz
mıydı? O yüzden yok muydu keşkeler, o yüzden artmıyor muydu pişmanlıklar; hep
eksik hissedişimiz, hep ileriye yönelişimiz o yüzden değil miydi?
&
Unutmamak
gerekiyordu! Hepimizin bekleşen duyguları vardı. Ve anlam bazen, bir babanın,
çocuğu uyuduğu halde okumaya devam ettiği masalda; kendi çocukluğundaydı…
Fotoğraf:https://www.pinterest.com/pin/673006738049829364/?nic_v1=1a6I3W6hzX%2FwKyypToD6rdL4RPhmGRsdMaUstjWyt1j1GatjVcpWtaKlMu%2FgUbHDOL
0 Yorumlar